yaralarımdan sev beni
Kadın ayakkabısını çıkardı. Sızlayan ayaklarını ovuşturarak koltuğa oturdu. "Bu ayakkabıları neden giymediğimi unutmuşum ama giydikten iki saat sonra hatırladım" dedi gülerek. Ayak bileğinin arkası su toplamıştı ve gün boyunca çıkaramadığı ayakkabılar su toplamış bölgeyi iyice örselemiş, açık bir yara haline getirmişti.
Kadın saçlarını kulağının arkasına attı. Akşam olmuştu. Pencerenin önüne dizilmiş çiçeklerin arasında birkaç mum yanıyordu. Dışarıda esen sert rüzgârın sesi odanın içindeki anlık sessizliğin üzerine düştü.
Koltuğun önündeki eski ahşap sehpada pempe gül desenli eski bir fincanın içindeki kahvenin dumanı tütüyordu.
Adam kadının ayaklarını ellerinin arasına aldı.
Mumun alevi titredi.Ayak bileğindeki o küçük açık yaraya baktı adam.
Sonra öpmeye başladı. Bir kedinin yavrusunun yarasını iyi etme çabası gibi bir şevkatle ve dakikalarca öptü adam o yarayı...

"Nasılsın?" diye soruyordu genç kadın attığı mesajda.
"Korkuyorum diye geldi yanıt. Bir an bu içten itiraf karşısında ne yazacağını bilemedi genç kadın. Kimseye, hiç kimseye ufacık bir zaafını göstermeyen adam ilk defa böyle bir kapı açıyordu çünkü. "Korkuyorum" diyordu. "Bana yardım et. Tut elimden, ya düşersem" diyordu. "Korkma" diye yazdı genç kadın. "Her şeyin bir telafisi var. Düşsen bile kalkarsın. Eğer istersen yanında ben varım. Belki istemesen de ben varım. Elini uzat yeter. Korkunun açık kalan kapısını kapama bana.. Bırak seni korktuğun yerden tutayım"
***
Cenazenin yavaş yavaş dağılan kalabalığına bakıyordu kadın. Kalabalıktan hiç kimse bilmiyordu yolcu edilen kişi onun için ne ifade ediyordu... Yağmur başlamak üzereydi. Cami iyice boşalmıştı. Oturduğu bankta boş gözlerle etrafı seyretti bir süre. Sonbahar bitiyordu. İçindeki zehiri daha da çoğaltacak olan koca bir kış vardı önünde. Ellerine baktı başını eğip sonra ayakkabılarına. Beraber almışlardı gecen kış. "Hayat böyle işte" diye düşündü. Kimin aklına gelirdi o ayakkabılarla bu cenazeye gelinecek. Yanına biri oturdu kadının. Yorgunlukla başını çevirip kim olduğuna baktı bir an. Aynı mutsuzlukla bakan bir çift gözle karşılaştı. "Bana söylemişti" dedi yanına oturan genç kız. "Sizi çok sevdiğini bana yıllar önce söylemişti. Sadece isminizi bilmiyordum. Babamın sevmekten bıkmadığı kadın bana emanet bıraktığı bir dost sayılır... değil mi?
"Şu anda yanında oturan ve büyümesini uzaktan, gizlice, hep üçüncü kişi olarak seyrettiği genç kızın bu sözleri kadının içindeki zehir şişesini devirdi sanki. Sanki yakarak ağzından, burnundan, gözlerinden dışarı boşaldı o zehir... Sadece elini tutabildi genç kızın... "Nasıl tanıdın beni?" diyebildi sadece...
***
Boğazım ağrıyordu. Burnum tıkalıydı ve yükselen ateşim bütün vücuduma bir titreme yayıyordu. Baş ucumdaki lambayı yaktım. Boğazımdaki gıcık yüzünden öksürmek istiyor ama yanımda yatan kızımı uyandırmaktan çekmiyordum. Sanki yatağa biri çizmiş gibi elleri yanaklarında, fındık burnu ve kiraz dudaklarıyla tatlı tatlı uyuyordu. Ona bakarken baktığımı hissetmiş gibi açü gözlerini. "Ne oldu anne?" diye sordu. "Hasta oldum ben" dedim. "Gene mi" dedi gözlerini kırpıştırarak... "Gene" dedim gülmemi tutamayarak..
"Göster ağrıyan yerini öpeyim anne, öpeyim geçsin canım" dedi...Minik elleriyle görünmez yaralarımı okşarken gözlerim acıdı.
***
Kim birini yaralarından sevmeye başlasa böyle olmaz mı zaten...Acımaz mı sevilenin gözleri...Acıyan gözler güçlenen yüreğin yüzdeki yansımasıdır aslında.Çeliğe su vermek gibi...Birini yarasından sevmek yüreği suya kavuşturmaktır...
Yürek çeliğe işte böyle dönüşür...
i.a



dün gece ; dün gibi

kadifeden elleri
sevda çeker teni
en çok gözleri
sırılsıklam olmaktan bahsetti bütün gece
sonra
yaşlılığım geldi aklıma
ve sonra buruşuk
ellerim
sigaramı yaktım
dumanı bütün gece gitmedi
o sessiz loş tenimde
bekledim
hani
içinde umut olsun diye
umut sadece bir erkek ismi dedi

ümit gibi
erce gibi
o yüzden benim adım onur
senin ki
mavi
ben onur duyarım
sen se
mavi olursun
bu yüzden hep ıslak
cesaretin

trioñouir



armağan :( ama çok üzgünüm







I.

Gözünü kendine çevir,
nazarın değsin.
Bir de böyle gör beni,
bir de bana nazar değsin.

Sevgililerim kuyuda boğuldu
sevgilim olduklarını bilmeden girdikleri kuyuda
eskidiler.

Gününü unuttum,
Sen hangi gün gittin ?/
Hangi gün telefonlarını açmıyordu kimse?/
Ben ne zaman seni aramaktan vazgeçtim?

Etimin altında birbirine giren salgı,
yok etti ikimizi.
Ben beklemem artık seni.
Kendimi bekliyorum şimdi,
öleceğim saati.

Bir dergahta
içimi yitirdim,
güzel günlerdi.
Oğlumu kaybettim,
elimi bıraktı içinde çocukluğu donmuşlar.

Gittiğinde bir doğu saati işliyordu aramızı.
Gözlerini görmedim,
gözünü seçseydim bari,
nazarım değseydi,
diyorum şimdi.

Bilmediğim bir şehrin
ilk zamanlarının günleri
neler anlattı sana,
hiç gezindim mi gözlerinin arkasında?

II.

Bazen bir telefon çalar,
açarsın,
içinden sirk çıkar.
sen sevinirken,
trapezin üzerinden bir adam düşer,
palyaço kendini sirk eğlencesinin tüfekleriyle öldürür.
İşte o zaman anlarsın,
bazı telefonlar o kadar çok beklenildiği için
bitmiştir.

III.

Bekleme beni
Ben seni beklemiyorum.
Ben sadece bekliyorum.
Bir şarkı çalar da
kendime gelirim belki.

Bekleme,
sabaha aynı şehirde uyandığında
başka sokaklar duyacak bizi.

Hiç bilmeyeceğiz.

ben Ankara’da seni gezeceğim.
bulmayı,
karşılaşmayacağımızı
bilmeden.

Bekleyeceğim.

Kendini beklemeyenler,
beklemeyi bilmeyenler,
bir başkasını bekliyor
ıslak yastık, ölü yorganlar gibi.

Kendi başımda bekliyorum geceleri.
Kendimi uyutuyorum.
Kendi kendime giyiniyorum bir zamanı.
sana bir şey demiyorum yine de.

Güzel şarkılar dinle,
rahat bir uyku çek kendine,
ölümüne.Hava soğuk, sıkı giyin.

Bakarsın sabaha bir şeyciğim kalmaz,
sen beni düşünme.

2006



Dinositto





korku


içimizden kayan yıldızlar gibi
pek de şık olmayan bir havada
çıka geldin
yalnız ve bütün hallerinden insan olmanın
korku koku su var oysa merdivenlerinde
gecelerinin
gece iner koku gider
pek de müsait olmayan bu ortamlarda
yaşamak
korkmaktır
kokmaktır
kapı gıcırtısı tüketir bizi engin heveslerimizde
asılolan nedir
sen den ben den kalan
bir sürü kokular çaresiz ortalarda dolanan
yada kayıp kentin
minik atlası
nazara gelen
öfke özürlüler
bizi almaya geldiler
en büyük öfkem
şimdi ve sonra
acımasız
acımasız
susma hakkımı kullanıyorum ...ALDATILANA KADAR
çünkü biz siz sokağa çıkarken annelerinizin uyardığı o kötü çoçuklarız....

brokeback mountain
aşk dediğin bizi adem ile havva yapan
sarsılan bütün yollarda bekleyen aşklar gibi
fırtınalar gibi beklerken ruhlarımızı
aban çünkü bu fırtınalar
bozar bizi
fırt diye hemde
delikanlı çağlarında
hikayeler gibi
ne çok gibi
aşk güzeldir
diyor biri
hayat gibi
hala ne çok gibi
kovboyun aşkı gibi
ne çok gibi!


ben ise;
tırnak arası cümlelerde seni sevdiğimi söylemek isterdim
ve hakların sevğililiği gibi
hep aşık olmak
sonra şehirlere düşen ayrılık şarkıları gibi
ayrılık şairleri gibi
ahmed arif gibi
kimse seni sevdiğini söylemeyecek gibi
yani silah altında gibi
yaşasın vatan gibi
mecburiyetten
ağlamaktan
açlıktan
şiddetten
her şeyi her şey yapan şey gibi




biri ölecek biri sefillik cekecek ( tutunamayacak anlamında ) uf tanrım 2 gündür kalbimde ağrılar var . içimde sıkıntıyı atamadım nedir bu ademi adem den bu kadar alıkoyan
tanrım
yardım et geç olmadan..